Comme dans Kyra Kyralina, Oncle Anghel débute alors qu’Adrien Zograffi a 18 ans, et contient principalement des histoires que des hommes lui racontent sur sa propre vie, sur fond de deuxième moitié du 19è siècle roumain. Comme aussi dans Kyra Kyralina, le personnage d’Adrien reste en grande partie dans l’ombre, même si on apprend au court du récit, après une pause de plusieurs années, qu’il a fait entre-temps un voyage de deux années en Asie Mineure, qu’il s’est souvent retrouvé à court d’argent, qu’il a fait de la prison pour avoir « enlevé » une mineure, et qu’� Bucarest il a rejoint le mouvement ouvrier, ce qui lui a valu de se faire arrêter à nouveau. Ces faits sont l’occasion pour Anghel, l’oncle d’Adrien, de morigéner celui-ci en lui contant sa propre vie, puis en enjoignant à Jérémie, un distant cousin, de lui narrer la vie de son père, Cosma.
Panait Istrati was a Romanian working-class writer, who wrote in French and Romanian, nicknamed The Maxim Gorky of the Balkans. Istrati was first noted for the depiction of one homosexual character in his work.
Born in Brăila, Istrati was the son of the laundress Joița Istrate and of a Greek smuggler from the village of Faraklata in Kefalonia (whom Panait never met).
His first attempts at writing date from around 1907 when he started sending pieces to the socialist periodicals in Romania, debuting with the article, Hotel Regina in România Muncitoare. Here, he later published his first short stories, Mântuitorul ("The Redeemer"), Calul lui Bălan ("Bălan's Horse"), Familia noastră ("Our Family"), 1 Mai ("May Day"). He also contributed pieces to other leftist newspapers such as Dimineața, Adevărul, and Viața Socială.
In 1910, he was involved in organizing a strike action in Brăila. He went to Bucharest, Istanbul, Cairo, Naples, Paris (1913�1914), and Switzerland (where he settled for a while, trying to cure his tuberculosis). Istrati's travels were marked by two successive unhappy marriages, a brief return to Romania in 1915 when he tried to earn his living as a hog farmer, and long periods of vagabondage.
While in the sanatorium, Istrati met Russian Jewish-Swiss Zionist writer Josué Jéhouda, who became his friend and French language tutor.
Living in misery, ill, and depressed, he attempted suicide in 1921 on his way to Nice, but his life was rescued in time. Shortly before the attempt, he had written to Romain Rolland, the French writer he admired most and with whom he had long tried to get in touch. Rolland received the letter through the Police and immediately replied. In 1923 Istrati's story Kyra Kyralina (or Chira Chiralina) was published with a preface by Rolland. It became the first in his Adrien Zograffi literary cycle. Rolland was fascinated with Istrati's adventurous life, urging him to write more and publishing parts of his work in Clarté, the magazine that he and Henri Barbusse owned. The next major work by Istrati was the novel Codine. Istrati and communism
Istrati shared the leftist ideals of Rolland, and, as much as his mentor, placed his hopes in the Bolshevik vision. In 1927 he visited the Soviet Union on the anniversary of the October Revolution, accompanied by Christian Rakovsky during the first stage of the journey (Rakovsky was Soviet ambassador to Paris, and by then already falling out of favor with Joseph Stalin). He travelled through large sections of the European part, witnessing celebrations in Moscow and Kiev. He was joined in Moscow by his future close friend, Nikos Kazantzakis; while in the city, Panait Istrati met Victor Serge and expressed his wish to become a citizen of the Soviet Union. He and Kazantzakis wrote Stalin a congratulatory letter that remained unanswered.
The political opinions Istrati expressed after his split with Bolshevism are rather ambiguous. He was still closely watched by the Romanian secret police (Siguranța Statului), and he had written an article (dated April 8, 1933) in the French magazine Les Nouvelles littéraires, aptly titled L'homme qui n'adhère à rien ("The man who will adhere to nothing").
At the same time, Istrati started publishing in Cruciada Românismului ("The Crusade of Romanianism"), the voice of a left-leaning splinter group of the ultra-nationalist Iron Guard. As such, Istrati became associated with the group's leader Mihai Stelescu, who had been elected as a member of Parliament for the Iron Guard in 1933 and whose dissidence was the reason for his brutal assassination by the Decemviri later in the same year; Istrati was himself assaulted several times by the Guard's squads.
Isolated and unprotected, Panait Istrati died at Filaret Sanatorium in Bucharest. He was buried in Bellu Cemetery.
"Romanţă" a haiducilor din balta Brăilei. În raport cu magia rudimentară care mi-a plăcut enorm, m-a deranjat divizarea romanului: prezentarea a două figuri, biografia primeia fiind posterioară celei de-a doua. Acestea nu au în comun decât instinctul de posesiune în ipostaze diferite. Oricum, se regăsesc multe aspecte specifice societăţii româneşti din perioada fanariotă.
Toplum tarafından genellikle kabul gören ve takdirle karşılanan hayat tarzlarının mahvoluşa sürüklendiği iki karakteri anlatıyor eser. Istrati, bu iki yaşam üzerinden tek bir durumu; ahlaki prensipler maskesi ardına gizlenmiş beşeri zevklerin öldürücü yanılsamasını işliyor.
İlkinde, çalışkanlığı ve kararlılığıyla hep örnek olarak gösterilen fakat kaderi olarak görünen bir hayattan başka bir hayatı kendisine zorlamayan bir adamın trajedisini; ikincisinde, esarete ve haksızlığa savaş açmış bir özgürlük savaşçısının kendi ihtiraslarının kölesi olarak yok oluşunu izliyoruz.
Angel Dayı, coğrafyamıza çok tanıdık, etrafımızda var olan karakterleri; bunlar aracılığıyla da toplumun kanıksadığı öğretilere karşı bir o kadar alışılmamış, sert soruları içeriyor ve bizi hayat felsefemizi sorgulamaya davet ediyor.
"...Şarkı söyleyen bir şeytan dua eden bir melekten daha dindardır..." Kitaptaki en güzel alıntı buydu bence. "...Birazdan öleceğim, Adrian... Sana tek miras olarak şu nasihatte bulanacağım: Küçük zevklere bütün kuvvetinle ve henüz vakti geçmeden karşı koy. Bize en çok acı çektiren odur... Oysa, ne yazık! Küçük zevkler bütün ömrümüzü onlara hasretmemizi isterler. Yaktığı zeytinyağı fıçısına karşılık, bize bütün verdiği bir zeytin tanesidir. Bu azdır. Çok az. Köpekler sevmekte bizden geri kalmazlar, ama akılda bizi geçerler..." İşte bu da en iyi nasihatti. "...Kadınlar insanların kaderini değiştirmek için yaratılmışlardır..." Haksız sayılmaz! "...İnsan çok mutlu olunca yalnız kalır, çok mutsuz olunca da yalnız kalır..." "...İnsan deliliği uğrunda ölmesini bilmeli, ama hiçbir zaman başkasının deliliğine de karışmamalı..." "... “O Noel gecesinden bir gün önce, eve yüz litrelik bir fıçı şarap, altı tane yağlı ibiş horoz ve lahana üstünde kızartılmak üzere altı tane de süt domuzu getirttim..." İştaha bak!
Varlık Yayınları'nın logosundan, geçmişinden, yayıncılığından, kapak tasarımlarına kadar pek çok şeyini severim. İzmir Kitap Fuarı'nda da Varlık Yayınları'nın standına doğru çekildiğimde bende merak uyandıran Panait İstrati'nin Yaşar Nabi Nayır çevirisi iki kitabını aldım. Burda çevirmenin ismini görünce heyacana kapıldım biraz da. Kitaba başladım ve yazım yanlışları, noktalama hataları hak getire. Bir süre sonra cümle içinde mecazi bir anlamda kullanılan kilit kelimelerden dahi şüphe etmeye başlamam tam bir felaketti. Acaba çıkarmakta olduğum anlam doğru mu yoksa kelime mi eksik, hatalı yazılmış diye şüphe etmeye başladım. Örneğin sayfa 57'de "... Adrian başını kaldırdığı zaman Jeremi piposunu tüttürüyor ve aklın* bıyıkları altından gülümsüyordu." Burda 'aklın' kelimesi yanlış mı yazılmıştı emin değilim ve bu emin olamama hali sinirlendirdi beni. Yayınevine hemen mail attın ama bir dönüş alamadım henüz. Kitaba içerik olarak gelecek olursak, beklediğimi pek bulamadım diyebilirim. Ne bekliyordum bilmiyorum. Tanrıya itirazların yükseldiği ve bunun yanında dinin de kendine çokça yer bulabildiği bir kitap. Karakterlerin çokça dinle ilişkili olmasından mı, yoksa dinin yazar tarafından mı çok önemsenmesinden mi dini figürler, yorumlar çokça yer tutuyordu kitapta. İkinci ihtimalden emin olamadım yazarı araştırınca, bu, bende karakterlerin gerçekçiliğine hayranlık da bıraktırdı. Ama yorumlamakta çok muallakta da kaldım. Karakterlerle pek bağ kuramadım, bir şey eksikti ya da fazlaydı. Tasvirleri ise sevdim diyebilirim. "... Tuna'nın cömert ve doğurgan damarları olan yüzlerce küçük dere, her yöne akıyor, onlarca kilometre mesafede, kimsenin sahip çıkmadığı, usareyle dolu su bitkilerinin can attığı bataklık bir araziye bereket getiriyordu" cümlesini okuduğumda Tuna'yı görmeliyim, bir gün mutlaka Tuna'yı görmeliyim dedim. Yeğeni Adrian'ın gözünden Angel Dayı'yı yazarak noktalıyorum: "... Bu yeni mezarlığın ortasında, sırtında paltosu, gene uzun boylu, ama kamburlaşmış, heyhat eskiden muhteşem başını ve göğsünü bir arslan gibi uzatan adam, Angel Dayı yeğenine sakin bir tavırla bakıyordu. Adrian iki eliyle Dayı'nın serbest kalan elini aldı ve adet üzere öptü. Neredeyse ağlayacaktı. Dayı, bir kelime söylemeden onu odasına götürdü. Burada, aynı ıssızlık. Çıplak ve sararmış duvarlarda artık o güzel taze kireç kokusu duyulmuyordu. Dağınık ve pis bir yatak. Onun da sanki her gece kendisini ezen, felaketlerle ağırlaşmış vücuttan sızlanır gibi bir hali vardı. Tuğla soba, isten kararmış çatlaklarını gösteriyordu. Tavanın çapraz direkleri de sararmıştı. İki tahta iskemle ve masa bir de kayışından çiviye asılmış çifte, eşyayı tamamlıyordu. Masa üstünde, rakı şişesi ve bir kadeh, kutsal kitap, ucundan iple bağlı küçük bir defter, bir bıçak ve başlanmış bir ekmek. Adrian'ın gözyaşları boşandı."
Angel Dayı kitabı Panait Istrati'den okumuş olduğum 5.kitap oldu. Bu kitapta Angel Dayı ve Kozma'nın sıkıntılı yaşamları anlatılmış. Güzel kitaptı beğendim fakat diğer kitaplarına oranla bu kitabın akıcılığı biraz sönük kalmış.
Angel dayı kısmını sevdim ama Kozma’nın anlatıldığı kısımda biraz sıkıldım diyebilirim.varlık yayınlarının çevirisi de hic hoşuma gitmedi.çok fazla yazım yanlışı da vardı.
Bu kitabı yarıladım ve 3 4 gün süren bir reading slump bitiminde kaldığım yerden devam ettim. Aslında kitap iki temel öyküden oluşuyodu. İlk öykü çok akıcıydı ve hüzünlüydü, çevremizde görebileceğimiz kederli insan figürünü yazar çok güzel betimlemişti. Yazarın bu ay okuduğum üçüncü kitabı olduğu için diline de alıştım artık. Fakat 3 4 günlük bir aranın ardından kitabın kalan kısmını okuduğumda oldukça tuhaf hissettim. İlk hikayedeki karakterlerden birini ana karakter olarak alan ikinci bir hikaye okuduk, bu karakter dışında hiç bir ortak noktası yoktu hikayelerin. İkinci hikaye epik bir tarzdaydı sanki. Krallıklı,askerli hatta büyücülü şeyler bile vardı. Kendimi epik fantezi okuyor gibi hissettim. İkinci hikayeye yoğunlaşmam biraz zaman aldı, son kısımlarına da fazla yoğunlaşamadım; orta kısmını tam anlamıyla sindirdim. Benim için ikinci hikaye gereksizdi ama ilk hikayeyi beğendim.
mandıra filozofu ayarında bilgeliği yüzünden mi, erillik konusunda nostaljik hisleri yüzünden mi, pastoralliğinden mi, kolay okunuyor diye mi, robin hud'a öykünmesinden mi, rumen kültürü hakkında bir sürü kelimeyi çevirmeden bırakmış olmasından mı?
Romanya'da bu kadar tanınmayan bir yazarmış diye duydum. Peki bizde neden bu kadar sevildi acaba?
Simți treptat cum te atașezi de moș Anghel, iar asta te poate face să te îndoiești de alegerile pe care le faci deobicei. Ecoul lui Dovstoieski răsună, iar asta doar poate să impresioneze. Merită lecturat când te simți stabil emoțional
Brilliant storytelling, unfortunately have never heard of Istrati before but I am thoroughly impressed by him. His literary style and the way he examines the nature and morality of men reminded me a lot of Nikos Kazancakis books. Very excited to have found another author to look forward to reading.
Adrian serisinin ikinci kitabıdır. Fakat bu serinin kitapları kronolojik bir sıra takip etmiyor. Örneğin daha ileri bir tarihte yayınlanan Kodin, Adrian'ın daha küçük yaşta olduğu bir dönemi ele alırken, Adrian, Angel Dayı'daki ilk karşılaşmamızda on sekiz, ikinci karşılaşmamızda ise yirmi beş yaşındadır.
Kodin ve Mihail kitaplarında çokça öne çıkan dostluk ve arkadaş sevgisi teması bu kitapta da Kozma, İlya ve Jeremi arasındaki ilişki üzerinden bize aktarılıyor. Fakat burada öne çıkan başka temalar da var: yalnızlık, özgürlük, bireysellik, yaşlanma, dünyanın ve yaşamın geçiciliği gibi konular hem Angel Dayı'nın, hem de Jeremi'nin aktardığı Kozma'nın öyküsünde işleniyor.
Daha önce "Kodin" için yazdığım yazıda Panait Istrati'nin üstü örtülü biçimde Adrien'in eşcinselliğinin işaretlerini de verdiğini öne sürmüştüm. Bu işaretleri ayrıca Mihail ya da Arkadaş olarak dilimize çevrilen eserde de bulabileceğimizi belirtmiştim. Şimdi, Angel Dayı'yı okuduktan sonra, bu sefer Jeremi üzerinden benzer bir anıştırmanın varlığını sezdim. Fakat işin daha önemli bir başka boyutu olduğunu da görünce, artık bu fikrimden o kadar de emin değilim.
Istrati'nin kaçakçı bir Rum olan babasının, Istrati onu tanıyamadan ölmüş olduğunu ve yazarın Adrian karakteri üzerinden bunu birebir gösterdiğini düşündüğümüzde, ortada bir "baba" sorunu olduğu ortaya çıkıyor. Adrian'nın Kodin ile Angel dayısına ve Jeremi'nin Kozma'ya duyduğu türden bir sevgi, yer yer bu çocukların bir babaya olan özlemlerinin ve çektikleri yalnızlığın sonucu ortaya çıkmış gibi duruyor. Her iki babanın fenotipleri de, küçük bir çocuğun gözünden babasının görünüşünü yansıtıyor: büyük, güçlü, koruyucu ve kurtarıcı. Fakat onlar sadece çocukların gözündeki algılardan ibaret, merkezin dışında değil, fakat tam da hikayelerinin merkezinde yer alan kanlı, canlı ve bir yönleriyle hep çocuksu karakterler.
Panait Istrati'yi her okuyuşumda seviyorum. Angel Dayı'nın ve Kozma'nın öykülerini de okunmaya değer buluyorum.
Sefa sürmeyi seven bir adamdır Angel. Ne var ki başına gelen felaketler hayatını kökten değiştirir ve onu düşkünlüğe mahkum eder. Angel ölüm döşeğindeyken yeğeni Adrian'la sohbet eder. Artık acı çekmediğini, acılarından yalnızca aklıyla, bedensel hırslarından arınarak kurtulduğunu söyler.
Kitaptaki diğer öyküde ise bir eşkıya çetesinin lideri olan Kozma anlatılır. Kozma'nın hayatta en önemsediği şey özgürlüktür. Hiçbir kanuna, hiçbir beye bağlı olmak istemez. Oğlunu bile sırf oğlu olduğu için değil ormandaki şartlara ve çeteye uyum sağlayabildiği için kabul eder. Derken hayat onun karşısına da hükmetme arzusunu kıracak olaylar çıkaracak, gönüllü bir itaate zorlayacaktır.
Bedensel zevklerin geçiciliğini ve bunlara duyulan tutkunun sonunda ıstıraba evrildiğini anlatan bu romanda nice hoş alıntılar, değindiği ilginç konular vardı. Yalın, dinlendirici ve düşündürücü bir kitaptı. Tavsiye ediyorum.
Dərin və təsiredici mövzularda düşüncə irəli sürüb daha sonra onu işləyə bilməyən, dialoqlar içində itən bir yazıçı hiss elədim. Digər kitablarının daha yaxşı olduğunu düşünürəm.
Yalnızca peygamberler ceza ve ödüllerine kavuşup bunu anlatabiliyorlar. Günahları da sevapları da İstrati'nin evreninde toprağın altında ya da üstünde olmak kadar net. Onların öykülerini dinlemek ise toprağın içinde olmak kadar muğlak. İnsan ya sebat etmeli ve yaşamın içinde ölümü bekleyecek denli her şeyden uzaklaşmalı ve sadece ölüme yaklaşmalı ya da can cekişmeli. Hatanın, karşı çıkmanın, tutkunun ancak ve ancak çürüttüğü ve eninde sonunda öldürülmeyle sonuçlandığı bu düzende Adrianlar birer anti-peygamberler: Cezaya da ödüle de reva görülmeyen ve yaşamı yaşamaktansa kitaplardan okuyup başkalarından dinlemekten öte yolu olmayan tanıklar.
Istrati, kurguyla ihanet ettiği kitabında tutkuyu anlatırken o kadar çekingen ve cimri ki kitap sanki arafın savunusuna dönüşüyor. Okuyucu, tıpkı Adrian gibi konumlanıyor. Tutkuyu merak etmemeli, acıya bakmalı ve ne tutkuya yaklaşmanın ne de tutkudan uzaklaşmanın çare etmeyeceği bir lanetle karşı karşıya olduğunu bilmeli: Yaşamak, hele de yaşama insanca tanık olmak.
"Düşünce, ölüm kadar kuvvetlidir. Ölümü yok edemez ama onun rahatını bozabilir." Angel Dayı'nın ölümünü durdurmasını sağlayan bu irade onun yaşamını da mahveden bilincin kendisini. İnsan içmeyi, kin tutmayı, sevişmeyi, öldürmeyi seçebildiği anda düşünür ve düşünce, yaşam kadar kuvvetlidir; yaşamı yok edemez ama onu rahatsız eder. Tam da bu nedenle ölüm ve yaşama karar verme vasfına sahip yaradanı etkiler.
İstrati'nin ağır ve dağınık bir anlatımla bölmesi büyük eksiklikti, kitabı beslemeyen hatta onu daraltan bir yazarlık tercihi olmuş. Arada kalmak hakkında olan bir kitabın belki de bakacağı ve durduğu yerden daha emin olması gerekirdi.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Moș Anghel este prima carte de Istrati tradusă, paradoxal, în românește. Este de fapt o serie de trei povestiri: Moș Anghel, Moartea lui Moș Anghel, și Cozma, fiecare dintre ele legată într-un fel sau altul de viața din jurul Brăilei, unde Istrati/Adrian Zografi cum se numeste personajul cheie din romanele lui, și-au petrecut copilăria. Am avut norocul și de a citi cartea în primă ediție, publicată în anii 20 la București.
Ce este Moș Anghel? O carte socială, un exercițiu asupra conflictului între omul simplu și diferitele autorități impuse asupra lui: stat, biserică, norme și obligații pe care oamenii le aleg fără să le critice. Împotriva lor, Anghel, un Iov românesc care pierzând totul, alege să nu mai respecte nimic, dar și Cozma, omul care alege haiducia pentru a nu devenii niciodată sluga cuiva. Pe un fundal admirabil descris, povestea e impresionant de bine scrisă, dar și simplă acolo unde vocea omului obișnuit e mai importantă ca barocul pe care un scriitor l-ar forța în text.
Panaït Istrati va certainement devenir un de mes auteurs préférés. Son écriture est tout à fait remarquable. Cet auteur roumain qui écrivait en français n'a pas son pareille pour nous décrire les mœurs et traditions de son pays. L'esprit roumain est décrit avec un tel panache et pourtant une certaine mélancolie qu'on ne peut s'empêcher de vouloir voyager avec ses héros. J'ai personnellement un peu moins aimée ce second tome des Récits d'Adrien Zograffi (Kyra Kyralina reste pour moi un chef d'œuvre) mais j'ai tout de même passé un très bon moment en compagnie de ces Haïdouks dont la liberté est la chose la plus sacrée. Pour ceux qui recherche une œuvre traitant des valeurs socialiste au début du XXème siècle ce livre est, je pense, fait pour vous.
Panait Istrati kesinlikle çok daha büyük bir ünü hak ediyor. Her bir cümlesi anlam dolu, her bir cümlesinden yaşam tecrübesi akıyor. Yaşar Nabi'nin de harika çevirisiyle kusursuza yakın bir roman.