Adam Kirsch bu kitabında küresel romanın, bir dünya edebiyatının var olup olamayacağını ve eğer böyle bir varsa bunun edebiyat için faydalı mı yoksa zAdam Kirsch bu kitabında küresel romanın, bir dünya edebiyatının var olup olamayacağını ve eğer böyle bir varsa bunun edebiyat için faydalı mı yoksa zararlı mı olduğunu tartışıyor. Kendi düşünceleri giriş bölümünde anlattıktan sonra Orhan Pamuk, Bolano, Murakami, Ngozi Adichie, Mohsin Hamid, Margaret Atwood, Michel Houellebecq ve Elena Ferrante'nin romanlarını inceleyerek kendi savlarını örnekliyor.
Kirsch önce küresel roman denilen şeye yönelik eleştirileri sıralıyor, bunları kabaca şöyle özetleyebiliriz: Küresel roman kapitalizmin edebiyatlaşmış hali, küreselleştiği için hem içi boşalıyor, hem de estetikten yoksun hale gelerek üslupsuzlaşıyor vb.
Kirsch ise bunların basmakalıp laflar olduğunu, küresel romanın küreselleşmeyi kendisine bir edebi malzeme yaptığını, hepsinin birbirine benzemediğini ve hatta benzer şeyler üstüne düşünseler dahi çoğu yerde zıt anlatım biçimleri yahut zıt fikirler ürettiklerini, kaldı ki küresel denilen şeyin yerelin de içinde olduğunu anlatıyor, bilhassa Ferrante bölümünde.
Küresel roman fikrini, bilhassa da kendi küreselliğinin farkında olan romanı şahsen önemsiyorum. Her insanın, insan denilen canlının bir versiyonu, bir biçimi olduğunu ve bize en uzak görülen insanın bile aslında bizden o kadar da uzak olamayacağını düşünüyorum, bu yüzden aslında insan üzerine akıl yürüten hiçbir metnin yerel olamayacağını düşünüyorum. Yerelliğinin farkında olması ise önemli, çünkü böylece kendi kültürüne uzak olan okuru da kendi meselesine ortak edebiliyor. Örneğin Masumiyet Müzesi'nde Orhan Pamuk bizim kültürümüzde olan "oturmak", "oturmaya gitmek," eylemini açıklıyor yabancı okur için; Kafamda Bir Tuhaflık'ta da bozayı açıklıyor aynı şekilde. Bunu son derece faydalı buluyorum. Böylece hem yerel meseleleri, yerel malzemelerle işliyor, hem de dünyanın farklı yerlerinden okurları metinden koparmıyor. Bence biz yazar, metnine ve kendi arzu ettiği edebiyat biçimine zarar vermediği müddetçe metnini kolaylaştırmaktan çekinmemeli.
Bu meselelerin haricinde Türkçede Bolano gibi bir yazarın metnine kafa yoran bir şeyler okumak çok keyifliydi, keşke daha çok okuyabilsek.
Genel olarak yazarın üslubunun da güzel olduğunu, çevirinin ise tertemiz olduğunu söyleyebilirim. Burada bahsi geçen kitaplardan birkaç tanesini okuduysanız, bu kitabı da tavsiye ederim. Vakıfbank Kültür Yayınları'ndan da okuduğum ilk kitaptı, şaşırtıcı derecede güzel bir iş yapmışlar. ...more
Kitaptaki konular çok ilgimi çekiyor. Hem yazmanın lüzumsuzluğunu (zavallılığı değil) hem de yazarın ölümü meselesini önemsiyorum. Ama burada bunlardaKitaptaki konular çok ilgimi çekiyor. Hem yazmanın lüzumsuzluğunu (zavallılığı değil) hem de yazarın ölümü meselesini önemsiyorum. Ama burada bunlardan bahsetmeyeceğim. Kitabı alıp da Şenol Erdoğan, Erol Egemen isimlerini görünce zaten tahmin ettim nasıl rezil bir şeyle karşılaşacağımı. Tahmin ettim de bu kadarını beklemiyordum. Translate çevirisiyle yarışır bir çeviri yapmışlar.
Bu elimizdeki şey kitap falan değil, ahmaklık, ahlaksızlık, dolandırıcılık. Böyle bir baskı, böyle bir çeviri olamaz. Çeviri yaptırdıkları kişinin hayatında daha evvel kitap okuduğunu sanmıyorum. Okuduğu şeyi zerre kadar anlamamış. Anlamış da anlatamamış değil, anlatılan şeyle ilgili hiçbir fikri yok, işin kötüsü anlamak için uğraşmamış da.
Cümleler edebi değil falan gibi bir şey söylemiyorum, bu kitabı okuyan kişinin burada yazılan şeyleri doğru bir şekilde anlamasının imkanı yok diyorum. Cümleler yer yer tam tersi anlamda çevrilmiş, genel olarak da hiçbir anlam ifade etmeyecek şekilde. Çevirmen terimlere aşina değil, diyeceğim ama herhangi bir şeye aşina mı ondan da emin değilim.
Yazarın Ölümü'nün tartışıldığı ikinci bölümün ilk cümlesini koyuyorum:Edebiyatın insani bakış açısı üzerine yapılan tartışmalarda, "öznellik" kadar baş edilmesi zor bir konu yok ve bu bağlamda yazarın örnek özne olduğu kabul edilir.
Kitabın genelindeki çeviri bu, bundan daha iyi bir çeviri hiç yok, daha kötüsü ise var. İlk cümle olduğu için bunu koydum.
İşin ilginci basılan makale zaten yazarının Academia'ya ücretsiz indirilebilir olarak koyduğu bir makale. Para verdiler mi bunu yayınlamak için çok merak ediyorum.
42 sayfalık kitaba 10 lira istemek gibi fantastik bir işin altından da zaten anca böyle bir çeviri ve basım kalitesi çıkardı. Bunun adı dolandırıcılık. ...more
Terry Eagleton bu kitabında edebiyat kuramının kaba bir özetini geçiyor. Fenomenoloji, yorumbilgisi, alımlama kuramı, yapısalcılık ve göstergebilim, pTerry Eagleton bu kitabında edebiyat kuramının kaba bir özetini geçiyor. Fenomenoloji, yorumbilgisi, alımlama kuramı, yapısalcılık ve göstergebilim, postyapısalcılık ve son olarak da psikanaliz anlatılıyor. Bu benim böyle bir kitaptan tam da beklediğim sıralama.
Sıralama, konular güzel de Eagleton için aynısı söylenebilir mi? Zor. Kitap bazı yerlerde gereksiz yere zorlaşıyor, çok daha basit bir anlatım mümkün. Çeviriden kaynaklanıyor olabilir mi diye orijinaline baktığımda onun da aynı şekilde olduğunu gördüm, bu yüzden Eagleton'a yazıyorum bunu. Daha evvel Eagleton okuduğumda da benzerini hissetmiştim.
Böyle bir kitabın en önemli niteliği, ki hani kapağında da kocaman "giriş" yazıyorsa, açıklayıcı olması. Yer yer iyi yazılmış olduğunu düşündüğüm bölümler olsa da, genel olarak kaba buldum. Çok daha bariz, çok daha incelikli yazılabilirmiş. Kitabı okurken defalarca bahsi geçen konunun lehine de aleyhine de yorulabilecek yorumlara denk gelip tekrar tekrar okuduğum oldu, ki bunlar bilerek oyunlu kurulmuş cümleler değil, belli bir tekrardan sonra "şunu demek istemiş" diyerek anlaşılacak cümleler.
Bir diğer mesele de edebiyat kuramlarının siyasi eleştirisi meselesi. Zaten peşin peşin söylüyor Eagleton, siyasi eleştiri yapmamaya çalışmayacağım, açık açık yapacağım diye. Getirdiği eleştirilerin çok büyük kısmı beni ikna etmedi, bilakis anlamsız geldi. Büyük oranda zaten ortada olan şeyi alaycı ve aşağılayıcı bir üslupla tekrar ederek, "E işte zaten görüyorsunuz bunların ne kadar saçma olduğunu!" deme yoluna gitmiş. Zaten bu boyuttaki bir kitapta teorik olarak da mümkün değil, yeri geliyor 3 sayfa anlattığı kuramın iki cümlede üstünü çiziyor. Bu kitabın 250 sayfa olmaması gerekirdi diyeceğim, ama Eagleton'ın üslubuyla 500 sayfalık bir kitabı okumayı düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor.
Yani özetle, elinizin altında bulunsun, bir deneyin okumayı, sabrınız ve vaktiniz varsa, yahut Husserl, Heidegger gibi isimlerle de biraz vakit geçirdiyseniz devam edersiniz. Daha evvel böyle kitaplar okumadıysanız ve konulara çok yabancıysanız ben tavsiye etmiyorum açıkçası. Zekiye Antakyalıoğlu'nun kitabını çok daha güzel bir üslupla yazılmış, onu önerebilirim.
Son olarak eğer kitapta geçen düşünürlerle ilgili kısaca bilgi edinmek isterseniz, Zeynep Direk'in İtü Radyosu için yaptığı Felsefe Vakti programının ses kayıtlarını Youtube'da bulabilirsiniz. ...more
Konunun uzmanı değilim, bu yüzden yapacağım yorumlar kitabın bir bilgi ve fikir dünyasını ne ölçüde yansıttığından ziyade nasıl yattığıyla alakalı olaKonunun uzmanı değilim, bu yüzden yapacağım yorumlar kitabın bir bilgi ve fikir dünyasını ne ölçüde yansıttığından ziyade nasıl yattığıyla alakalı olacak.
Kitap "Tanımını arayan edebi tür", "Roman ve Gerçek(çi)lik", "Roman ve hikâye", "Roman ve Epik", "Roman ve Parodi", "Roman ve Anlatı", "Roman ve Tarih," Realizm, Modernizm ve Postmodernizm" ve son olarak da "Roman, Bugün" bölümlerinden oluşuyor. Bu başlıklandırmayı görünce spesifik, ayrıntıya odaklanmış bölümler okuyacağımdan korktum, zira istediğim şey genel anlamıyla edebiyata tarihsel bir bakış atmaktı ve esas ilgimi çeken realizm, modernizm ve postmodernizm bölümünün sonda olması beni biraz üzmüştü. Ama Antakyalıoğlu'nun tercihlerinin çok mantıklı olduğunu kitabı okuyunca anladım ve kitapta da tam olarak aradığım şeyi buldum. Aslında realizm, modernizm ve postmodernizm meselelerini anlayabilmek için bu duraklardan geçmek gerekiyor. Özellikle romanın gerçek/gerçeklik ile olan ilişkisini inceleyen bölüm bütün edebiyatın anahtarı diyebilirim.
Antakyalıoğlu'nun üslubu güzel, okuduğu metinlerdeki can alıcı noktaları yakalamış ve bunları kitaba koymuş. Bir giriş kitabı olmanın hakkını veriyor, en temel meseleleri en açık şekilde işliyor ve daha detaylı okumalara yönlendirici işlevi de var.
Ufak tefek eleştirilerim de var. Bunların bir kısmı editörün üstüne düşen görevleri yapmamasından da kaynaklanıyor olabilir. Kitapta çoğunlukla bahsi geçen kavramların, teorilerin en temel düzeyde tanımı yapılıyor, ama bazen yapılması gereken bölümde değil, sonraki bölümlerde yapılıyor. Yani on sayfa boyunca bahsediliyor, okur bunları zaten biliyormuş yahut bilmeliymiş gibi, sonraki bölümde de temel düzeyde tanımı yapılıyor. Bu kitapta üç-dört kez karşımıza çıkan bir durum.
Bir de son olarak, Å·±¦ÓéÀÖ arkadaÅŸlarım obsesiflik gibi algılamazsa, Orhan Pamuk ve müze konusuna itirazım var. Orhan Pamuk, Nobel ödülünden aldığı parayı ve daha fazlasını Masumiyet Müzesi'ne yatırdığını söylüyordu. Üstelik Masumiyet Müzesi'nin amacına, felsefesine dair gayet tatmin edici açıklamaları var. Jale Parla'nın da müze fikrinin izlerinin Masumiyet Müzesi'nden önceki Pamuk kitaplarında nasıl var olduÄŸuyla ilgili bir yazısı var. "Paraya para demediÄŸi" gibi bir çıkarım nasıl yapılmış bilmiyorum. Bunu Proust yapsaydı herkes onun dahiyane fikri olarak bahsederdi diye düşünüyorum. Bana Pamuk eleÅŸtirisi biraz popülist geldi açıkçası. Tabii bunlar kitaba gölge düşürmez.
Arada Semih Gümüş'ün Modernizm ve Postmodernizm kitabına da baktım, Semih Gümüş'ün yazdığı her cümle eziyet gibi, fırsatım olsa her cümlesini düzeltip baştan yazarım. Antakyalıoğlu'nun yazdığı kitap bence edebiyat kuramına, teorisine giriş için ideal bir kitap. Herkese tavsiye ediyorum. ...more
Don Kişot'tan Bugüne Roman ile Don Kişot ekseninde hem romanın 17. yüzyıldan bugüne yolculuğunu, romanın tarihsel gelişimini ve esas tartışmalarını anDon Kişot'tan Bugüne Roman ile Don Kişot ekseninde hem romanın 17. yüzyıldan bugüne yolculuğunu, romanın tarihsel gelişimini ve esas tartışmalarını anlatıyor,anlatıyor Jale Parla, hem de arada birçok edebi eserin incelemesini yapıyor. Netice itibariyle bir sürü konuda fikir ediniyor, önemli tartışmaların arka planlarını okuyabiliyorsunuz.
Çok keyif verici bir yapı bu, Don Kişot'a da birazcık sempatiniz varsa kitabı hem diri hem de dolu yapıyor, bunu kabul etmekle birlikte, "Don Kişot'tan Bugüne Roman" dediğinizde anlaşılan şeyin bu olduğunu düşünmüyorum, modern romanın tarihi iddiasının karşılığı değil bu kitap, dediğim gibi, Don Kişot eksenindeki edebiyatın tarihi. Bence çok önemli yazarları, çok önemli dönemeçleri atlamış, zaten romanın tarihini anlatırken Türk yazarlardan bu kadar bahsetmesi, Jale Parla'nın da böyle bir şeyi hedeflemediğini gösteriyor. Neticede, Latife Tekin'in Dostoyevski'den daha çok bahsedildiği bir kitap bu.
Buna rağmen kitabı çok sevdim, çünkü Jale Parla'nın konuları ele alış biçimi çok başarılı. Zaten benim ilgimi çeken de işin teori tarafıydı, benim için tatmin edici bir kitap.
Not: Kitapta Latife Tekin'in incelendiği bölümde, ondan cümleleri alıntılanmış (doğal olarak). Fakat uyarayım dedim, inanılmaz derecede kötü edebiyattan geçici hafıza kaybı, unutkanlık, mide bulantısı hissedebilirsiniz. Ben doktorum eşliğinde okudum Latife Tekin bölümünü. ...more
Roman Sanatı, E. M. Forster'ın 1927 yılında romanları, ağırlıklı olarak İngiliz edebiyatını, incelediği kitabı. Roman nedir, ne değildir, romanlara naRoman Sanatı, E. M. Forster'ın 1927 yılında romanları, ağırlıklı olarak İngiliz edebiyatını, incelediği kitabı. Roman nedir, ne değildir, romanlara nasıl yaklaşmak gerekir, nasıl yaklaşmak tehlikeli olabilir sorularına cevap veriyor. Bunu yaparken de kesinlikle "kasıntı" olmayan bir dille, son derece şakacı, hatta geyikçi bir şekilde yapıyor ve ortaya okuması keyifli bir kitap çıkıyor.
Okuması keyifli, fakat pek aydınlatıcı değil. Bundan neredeyse 100 yıl önce yazılmış bir kitabın bizim romanlara bakış açımızı değiştirmesi çok zor bir iş zaten, bu yüzden Forster'a kızamayız tabii, lakin yine de kitabı okuyacak olanların bu konuda beklentisini doğru ayarlaması önemli.
Kitapta ne bulabilirsiniz? Benim kitaptan çıkardığım en çarpıcı sonuç, Forster'ın haksız düştüğü durumlara bakarak oldu. Forster sık sık "Eh, aklı başında kimse şöyle roman yazmaz herhalde," diyor, ama bu söylediklerinin üstünden geçen yaklaşık 100 yılda "Öyle roman yazılmaz," dediği her şekilde gayet iyi romanlar yazılmış. Roman her şekle bürünüyor, her türlü kaliteli olabiliyor. Dediğim gibi, Forster bunları söylediği için aptal bir adam olmuyor.
Kitaptaki fikirlerin çoğu bana mantıksız geldi. Orhan Pamuk bu kitap için "modası geçmiş" diyordu, böyle tanımlayabiliriz. Sık sık dile getirdiği "tarih devam eder, sanat durur" minvalindeki sözüne ise hiç katılmıyorum. Yazarların zamansız bir odada yan yana oturup romanlarını yazdığı fikri romantik olsa da daha çok bunu bir yazarın avuntusu olarak okudum. Hiçbir yazar eskimek istemez, ama bence bu kaçınılmazdır. Sanat yan yana ilerleyen bir şey değil, ileri doğru gelişen bir şeydir. Çünkü her zaman hatalar tespit edilir, çareler üretilir. Bunlara farklılık değil, gelişim deriz.
Ufuk açıcı diyemesem de arada fark ettiğiniz ama isimlendiremediğiniz şeyleri dile getirdiği oluyor Forster'ın.
Bu tarz kitaplarda genelde kullanılan bir yöntem olan diğer metinlerden faydalanmanın bazen aşırıya kaçması canımı sıkmadı da değil. Kitabın ilk kısımlarında yazar kendi fikirlerini belirtip sonra örnek olarak diğer metinleri gösterirken, sonlara doğru direkt metinleri alıp onlar üzerinden anlatmış. Bahsi geçen bazı yazarları duymamıştım bile.
Ben okuduğuma pişman olmadım yine de. Bunda yazarın şakacı üslubunun payı büyük. Her türlü keyifle okunuyor. Fikirlere katılmasam bile ilginç bakış açıları da sunuyor. ...more
Benim için çoğu hususta aydınlatıcı bir kitap oldu. Yıldız Ecevit de nelerin aydınlatıcı olacağını öngördüğünden olsa gerek, sık sık altını çizmiş ve Benim için çoğu hususta aydınlatıcı bir kitap oldu. Yıldız Ecevit de nelerin aydınlatıcı olacağını öngördüğünden olsa gerek, sık sık altını çizmiş ve faydalı bir okuma olanağı sunmuş. Bu alanda daha önce pek okuma yapmamış ama edebiyatla ilgilenen kişilere, edebiyatı daha iyi anlama olanağı sunan bir ilk 100 sayfaya sahip kitap.
Bir yıldız kırdım, ama kırmayabilirdim de; çok emin değilim. Kitabın edindiği misyona bakınca, bazı şeylerin daha ayrıntılı, daha çok açıklayıcı olmasını isterdim. Ecevit yalnızca refere ediyor, açıklamıyor. Açıklasa daha tatlı olurdu tabii ama gelip "İşin ne evladım, git kendin araştır," dese, "Haksızsın Ecevitcim," de diyemem. ...more